Ana Sayfa

berlinturkbanner

berlinturkbanner

Dr. Ersoy Önder

Dr. Ersoy Önder  |  BERLİN

ersoyonder@gau.edu.tr

YAZARIN TÜM YAZILARI

Kutuplaşmanın Panzehiri

Dünyanın çok kutupluluğa evrildiği günümüzde, kutuplaşmayı biraz irdeleyelim. 

Gerek birinci, gerekse ikinci büyük savaşları esnasında dünya, iki kutuplu düzenini, realist bir ideoloji şeklinde yaşadı. 

Birinci savaşta, imparatorlukları yıkmak için beraber hareket eden kapitalist güçler, ikincisinde komünizmle birlik oldular ve faşizmi ve nazizmi imha ettiler.

İki dünya savaşı arasında idealizmi yaşayan ve “Milletler Cemiyeti” vasıtasıyla birlik olmaya çabalayan dünya, adil olmayan anlaşmalar yüzünden, henüz birincisinin bitiminden 20 yıl sonra, ikinci büyük savaşıyla karşı karşıya kaldı. Aslında yaşanan, tek savaşın, iki bölümüydü.

Tek büyük savaşın, ikinci bölümünün kazananları, “Birleşmiş Milletler” ve onun “Güvenlik Konseyi” vasıtasıyla, dünya düzenini kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda, yine iki kutuplu olarak şekillendirdiler.

Kutupların biri ABD’nin liderliğindeki NATO iken, diğeri SSCB liderliğindeki Varşova Paktıydı.

Glasnost ve Prestroyka ile başlayan sürecin, Berlin duvarını yıkması ve SSCB’nin bu yıkımı kendi bünyesinde yaşaması neticesinde, 1990’larda, dünya kendini tek kutuplu bir düzende buluverdi.

ABD, tek süper güç olarak 21’nci yüzyıla girmişti, ancak ilk 10 yıllık dönemde, küreselleşmenin sağladığı zenginleşmeyi dünyayla paylaşacağına, sadece kendisi ve kapitalist dünyayla paylaşınca, küreselleşmeden fakirleşen ve bu zenginliği gıptayla izleyen ikinci kutup, terörizm vasıtasıyla ortaya çıktı ve kapitalist dünyanın kalbine uçakları bıçak gibi sapladı. 

İki kutupluluğun, bir tarafta devletler, bir tarafta teröristlerle yaşanmaya başlandığı 21’nci yüzyılın ilk 10 yılı, televizyonlarda canlı izlenen askeri operasyonlarla geçti. Terörizmi, ikinci kutup haline getiren ABD, bu sayede arzu ettiği tüm bölgelere nüfuz etmeye başladı. 

Bu yüzyılın ikinci 10 yılı ise, Arap Baharı ve Suriye krizi özelinde, dünyayı iki kutupluluktan, çok kutupluluğa dönüşen, her devletin kendi çıkar ve menfaati için vekillerini savaştırdığı, kan ve gözyaşına boğulmuş bir hale dönüştürdü. Artık sadece ABD değil, diğer büyük ve bölgesel güçler, kendi menfaatleri doğrultusunda devlet dışı örgütleri, vekilleri olarak kullanmaya başladılar.  

2020’ye ulaştığımızda, dünya bu kavga, kargaşa ve savaşlardan öyle yoruldu ki, yeter biraz kendinize gelin diye bir virüs çıkarttı ortaya. 

Birbirine deli gibi saldıranlar, insanlığını kaybedenler, gücü elinde bulunduranlar, para için her şeyi yapanlar ve tabiatı hiçe sayanlar, görünmez bir virüs karşısında, yenik düştüler. 

Kutuplaşmadan yaşamayı öğrenemeyen insanlığa, dünya gereğini yapıverdi.

Kutuplaşmanın birincil kaynağı tepelerdir. 

Kutuplaşmanın ana sebebi başlardır.

Nasıl ki dünyanın altı ve üstündeyse kutuplar, kutuplaşmaya çalışanların da amacı, kendilerini bir tepeye, diğerlerini de dibe sokmaktır. 

Oysaki, kutuplarda yaşanmaz. 

Kutuplaşma da, huzur içinde yaşatmaz.

Kutuplaşmaya karşı, uzlaşma ve yüzeyselleşme şarttır. 

Dünyanın en güzel yerleri, ne tam merkezde, ne de kutuplardadır, merkezle kutup arasında kalan yerlerdir.

Tıpkı siyasetin en güzel konumu gibi.

Siyaseten kutuplaşmanın nedenleri de, farklı değildir. 

İster siyasi, ister dünya düzeni olsun, kutuplaşmayı yaratan başlardır. 

Yandaşlarını konsolide etmek, ötekileştirmek, düşmanlaştırmak ve böylece politikalarını uygulayabilmek adına, kutuplaştırma sık sık kullanılır. Düşmanlar yaratılır ve yandaşlar vasıtasıyla bu yaratılanların ne kadar tehlikeli olduğu pompalanır.

Aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya başlar kutuplaşma. Ne kadar aşağıya sirayet ettirilirse, o kadar başarılıdır tepedekiler. 

Ayakların baş, başların ayak olduğu dönemlerde, kutuplaştırıcı eylem, söylem ve davranışlar siyasetin ana eksenini oluşturur. 

Bu siyasi manevralardan kurtulmanın yolu, uzlaştırıcı, birlikte hareket etme potansiyeli yüksek ve kibirden arınmış yöneticilerin dünya düzeni ve siyasette etkinliklerini arttırmasından geçer.

Birleştirici ve uzlaştırıcı lider ve yöneticilerin, siyasi arenada etkin olabilmesini sağlayacak tek güç, eğitimli, gelişmiş ve algılarının yönetilmesine izin vermeyen halklardır.

O yüzden, eğitim seviyesi yükseldikçe halkın tercihleri uzlaşma yönünde gelişir ve değişir, o yüzden kutuplaştırıcıların en sevmediği kitleler eğitimlilerdir ve işte o yüzden, yıllar önce bugünleri net bir şekilde gören dahi lider Atatürk’ün söylediği gibi, “Eğitimdir ki ; bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder."