Ana Sayfa

berlinturkbanner

berlinturkbanner

Dr. Ersoy Önder

Dr. Ersoy Önder  |  BERLİN

ersoyonder@gau.edu.tr

YAZARIN TÜM YAZILARI

Kopuş ve Süreklilik

Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Ali Erbaş, Ayasofya Camisinin ibadete açılışında vermiş olduğu hutbe ve öncesinde yapmış olduğu konuşmada, Alparslan’dan, Fatih’ten ve Erdoğan’dan övgüyle bahsetti. 

Ülkenin ve kendi başkanlığının kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ise maalesef hiç anmadı.

Şu işi bir türlü oturtamıyoruz galiba. 

Tekrar anlatalım.

Evet, İstanbul, 1453’te fethedildi. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile Birinci Dünya Savaşı'nın bu ülkeler arasında sona erdiğinin ilan edilmesinin ardından, İstanbul işgal edildi. 

Hem de, önce 13 Kasım 1918’de, sonra da, 16 Mart 1920'de olmak üzere iki kez.

Bugün milletçe 97’nci yılını kutladığımız, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması sonrasında, 23 Ağustos 1923'ten itibaren, İtilaf kuvvetleri İstanbul'dan ayrılmaya başladı. 

Son İtilaf birliği, 4 Ekim 1923 günü, Dolmabahçe sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamladı ve şehri terk etti.

6 Ekim 1923'te ise Şükrü Nail Paşa komutasındaki 3’üncü Kolordu, ki şu anda karargahı Maslak’ta bulunmaktadır, İstanbul'a girdi ve işgal resmen sonlandı. 

İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü. Her yılın 6 Ekim'i böylece İstanbul'un kurtuluş günü olarak belirlendi ve kutlanmaya başlandı.

Şimdi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ki bugün 97’nci yıldönümünü kutladığımız (veya anlamsız yasaklar sebebiyle kutlayamadığımız) Lozan Antlaşması ile temeli atılan ve kendisinden önceki Osmanlı İmparatorluğu’nun, devam eden ülkesidir. O yüzden, Osmanlı’nın borçlarını Türkiye ödemiştir. Her ikisinin de bayrakları benzerdir. Önceki ülkenin başkenti, yani İstanbul, yenisinin toprakları içerisindedir. Diğer devletlerin uluslarası kabulünü de eklediğimizde, süreklilik ortadadır. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin kapatılması ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış sürecinde yaşananlar da bu sürekliliği destekler mahiyettedir. 

Öte yandan, artık yeni bir devletin kurulduğu, bu yeni devletin eskisinden çok farklı temel niteliklere sahip olduğu, eskisinin artık yıkıldığı, yok olduğu da ayrı bir gerçektir. 

Yani, hem bir kopuş, hem de bir süreklilik söz konusudur. 

Her ikisi birliktedir. Sadece kopuşu öne çıkarmak da, sadece sürekliliği vurgulamak da doğru değildir.

Hal böyle iken, Başkan Erbaş’ın, hutbe ve konuşmalarında, İstanbul’u ve Ayasofya’yı düşman işgalinden kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’ten bahsetmemesi, Osmanlı’nın sürekliliğini öne çıkarması, kopuşu yok sayması,  hem süreklilik, hem kopuş felsefesini içselleştiremediğinin bir göstergesidir.

Osmanlı’yı yok sayan, kopuş taraftarları da; Osmanlı’ya özenen süreklilik taraftarları da diğer tarafın hassasiyetlerine özen göstermedikçe, olması gereken birliktelik gerçekleşemez.

Bu birlikteliğin bir türlü gerçekleşmemesi, Türkiye’nin muassır medeniyetler seviyesine ulaşmadaki en büyük engellerinden biridir. 

Bu birliktelik, ancak ve ancak, her iki fikre saygı duyan, hassasiyet gösteren, birini, ötekine üstün görmeyen, yani ötekileştirmeyen  siyaset anlayışı ile olabilir. 

Diyanet, maalesef, kurucu başkanının kemiklerini, bir kez daha, sızlatmıştır.