Ana Sayfa

berlinturkbanner

berlinturkbanner

Dr. Ersoy Önder

Dr. Ersoy Önder  |  BERLİN

ersoyonder@gau.edu.tr

YAZARIN TÜM YAZILARI

SOĞUK SAVAŞTAN SOĞUK BARIŞA EVRİLEN YENİ DÜNYA DÜZENİ VE TÜRKİYE

SOĞUK SAVAŞTAN SOĞUK BARIŞA EVRİLEN YENİ DÜNYA DÜZENİ VE TÜRKİYE

Dr. Ersoy ÖNDER

20’nci yüzyılda, ikinci dünya savaşı sonrası dünya düzeninin adıydı, soğuk savaş.

1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin yıkılmasıyla biten bu savaşın yerini, on yıl boyunca, silahların Kosova harici pek de kullanılmadığı, yeni bir dünya düzeni aldı. Sıcak barış olarak adlandırdığım bu dönemde, dünya tek kutuplu düzeni ile göreceli bir barış havasındaydı, ta ki Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin kalbine saldırılar olana kadar.

2001’den sonraki on yıllık dünya düzenini, oğul Bush’un 9 Eylül’den sonra tüm dünyaya zorla dikte etmeye çalıştığı, “Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” doktrini belirledi.

Bu süreçte, terörle devletlerin savaşı başladı. Özellikle geniş Ortadoğu coğrafyasında, ABD’nin bireysel ve örgütsel nüfuzunu arttırma çabaları yoğunlaştı. ABD, terörle ve terör örgütleriyle, kimi zaman uluslararası örgütler vasıtasıyla, kimi zaman müttefikleriyle, kimi zaman ise kendi başına mücadele etme iradesini gösterdi. Terörle ilişkilendirilen ülkelere operasyonlar başladı. Afganistan ve Irak operasyonları, bu doktrinin gereği olarak karşımıza çıktı. Hem terörle mücadele, hem de terörü kullanarak nüfuz arttırma, ABD’nin ana politikası olmuştu bu süreçte.

2011’de başlayan Suriye krizi ise, dünya düzenini yeniden değiştirdi.

1991-2001 arasındaki tek kutuplu dünya düzeni, 2001’den itibaren bir tarafta ABD liderliğindeki devletler, diğer tarafta ise terör ve teröre destek verdiği iddia edilen devletler şeklinde yeniden iki kutuplu hale gelmişti.

Arap baharı ve Suriye krizi ile birlikte terörle mücadele, terörü kullanarak mücadeleye dönüştü.

Üstelik bunu kullanan tek aktör de, ABD değildi artık. Gerek, Türkiye, İran gibi bölgesel aktörlerin devreye girmesi, gerek Rusya’nın yeniden güçlenmesi, gerekse Çin ve Avrupa Birliği (AB)’nin etkilerini arttırması ile çok kutuplu dünya düzeni oluşmaya başladı.

Yaşanan kriz ve bölgelerin durumuna göre, aynı ittifak içinde olan ülkeler dahi birbirleriyle anlaşamaz hale geldiler. Stratejik ortaklar arası dahi çatışma riski ortaya çıktı.

Bugüne, 2019’a ulaştığımızda, dünya düzeninin yeni bir ismi var artık.

Soğuk barış.

Dünya Tarihi, özellikle Batı Tarihi üzerinde ırklar ve milliyetçilik eksenli araştırmaları ile tanınmış İngiliz Akademisyen ve Yazar Eric J. E. Hobsbawn, 20’nci yüzyılı, "Aşırılıklar Çağı" olarak adlandırmıştır.

Hobsbawm, bu dönemi üç parçaya bölmüştür. Rusya’daki Bolşevik devrimi ve 1929 dünya ekonomik buhranını da içinde bulunduran, 1914-1945 arası iki dünya savaşı dönemine “Felaket Çağı” ismini vermiştir. Olağanüstü iktisadi büyüme ve toplumsal dönüşümün yaşandığı 1947-1973 dönemini “Altın Çağ” ve yeni bir dağılma, belirsizlik ve kriz ortamının oluştuğu 1973-1991 dönemini ise “Toprak Kayması” olarak adlandırmıştır. (Eric, Hobsbawm, Kısa 20.Yüzyıl, 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest Yayınları, İstanbul, 2007)

Hobsbawm’ın “Aşırılıklar Çağı” dönemi, yani 1914-1991 arası, savaş ve barış kavramları üzerinden, iki ayrı dönem olarak sınıflandırılmıştır. 1991 sonrasındaki dünya düzenini ise, yine bu iki kavram üzerinden adlandırmak doğru olacaktır.

1914-1945 arası, savaşların başat rol oynadığı ve devletlerin kendi etkinlik ve güçlerini arttırabilmek için, ister konvansiyonel olsun, ister olmasın, her türlü silahı gözü kararmış bir şekilde, kullanma yolunu seçtikleri bir dönemdi. Bu dönem, kimine göre iki dünya savaşı, kimine göre birincinin tamamlanamamış sorunları nedeniyle devamlılık arz eden iki parçalı ama tek bir dünya savaşı olarak tarihe geçti. Dünya tarihinin bu en yıkıcı sıcak savaş dönemi, yine dünya tarihinin o güne kadar gördüğü en büyük ve yıkıcı silahının kullanılmasıyla, 1945’de sona erdi.

Sıcak savaşın bitmesiyle değişen dünya düzeninde, 1947-1991 yılları arasındaki dünya düzenini betimleyen yeni bir kavram kullanılmaya başlandı. İlk kez, 1947 yılında ABD kongresinde yapılan bir görüşme esnasında, ABD Maliye ve Başkanlık danışmanı Bernard Baruch tarafından kullanılan ve sonrasında tüm dünyaya yayılan bu kavramın adı “Soğuk Savaş”dı. İki kutuplu dünya düzeninde, her iki taraf birbirleriyle savaşmaktan kaçınmakta, ama kendi dünya görüşlerinin yayılması için büyük bir mücadele içine girmekteydiler. Savaş yine vardı, ama artık soğuktu. “Sıcak Savaş” yerini “Soğuk Savaş”a bırakmıştı.

Dünya, 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından, on yıl boyunca silahlara 'Kosova Savaşı' dışında yoğun olarak gereksinim duyulmadığı yeni bir düzene geçti. 1991-2001 arasındaki on yıllık bu döneme ”Sıcak Barış” diyebiliriz. Tek kutuplu dünya düzeninin yaşandığı bu süreçte, ABD’nin hegemonyasının, diğer devletler tarafından istekli veya isteksiz olarak kabul edildiğini gördük. Rakipsiz kaldığını düşünen ve istediği her politikayı uygulayabileceğini sanan ABD’ye, beklenmedik bir rakip, 2001’de çıktı.

11 Eylül terörist saldırıları sonrası, 10 yıllık dünya düzenine, oğul Bush’un 11 Eylül’den sonra tüm dünyaya zorla dikte ettiği, “Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” doktrini damgasını vurdu. Artık devletler, ya ABD yanlısı olmak zorundaydı, ya da terörist devlet yaftasıyla karşı karşıya kalmak durumunda. 2001-2011 dönemi, ABD liderliğinde, devletlerin ve uluslara arası örgütlerin “Terörle Mücadele” dönemi olarak tarihe geçti. Terörle ilişkilendirilen Irak ve Afganistan’a operasyonlar yapıldı. Her iki devletin coğrafi konumları, demokrasi ve kendilerini koruma azim ve kararlılığındaki eksiklikler ile milletleşememiş ve gelişememiş olmaları, gayet sinsice kullanıldı. İran ise, gerek köklü tarihi, gerekse milletleşmiş toplumunun sergilediği duruş sebebiyle, kendini bu darbeden geçici olarak kurtarmış gözüküyordu. ABD’nin yeni doktrini, terörle mücadele görüntüsünde, dünya üzerindeki nüfuzunu arttırma ve hegemonyasını sürdürmekti artık.

Ülkelerine demokrasi geleceğini sanan Arap’ların, diktatör rejimlerine karşı başlattığı bahar rüzgârı, belki Arap’lara bekledikleri tam bağımsızlığı getirmedi ama, yeni bir dünya düzeninin habercisi oldu. ABD’nin, 1991 sonrasında bir nevi kucağında bulduğu tek kutuplu dünya düzeni ile, 2001 sonrasında yarattığı ve hegemonyasını sürdürmek için kullandığı, terör örgütleri ve devletlerin iki ana aktör olarak betimlendiği, çift kutuplu dünya düzeni, bahar rüzgârının, kasırgaya dönmesiyle çatırdamaya başladı. ABD’nin terörle mücadele kisvesi altında, terörü kullanarak hegemonyasını sürdürme çabası, 20 yıldır kendini toparlayan ve yeniden büyük güç olma yolunda politikalar üreten Rusya ve diğer büyük ve bölgesel güçler tarafından kabul edilmeyecekti. 

Arap baharı rüzgârının son tayfunu, Suriye’yi vurdu. 2011’de başlayan ve ne zaman biteceği belli olmayan bu tayfun, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkanlar için, bir anda fırsata dönüştü. Artık onlar da kendi güçlerini, tüm dünyaya gösterebileceklerdi. Düzen sarhoşu dünya, yeniden yeni bir düzen içine girmeye başladı.

ABD’nin terörle mücadele doktrini, Arap baharı ve Suriye krizi ile birlikte tamamıyla terörü kullanarak mücadeleye dönüştü.

Üstelik bunu kullanan tek aktör de, ABD değildi artık. Gerek, Türkiye, İran gibi bölgesel aktörlerin devreye girmesi, gerek Rusya’nın yeniden güçlenmesi, gerekse Çin ve AB’nin etkilerini arttırması ile çok kutuplu dünya düzeni, Suriye krizi özelinde, oluşmaya başladı.

Yaşanan kriz ve bölgelerin durumuna göre, aynı ittifak içinde olan ülkeler dahi birbirleriyle anlaşamaz hale geldiler. Stratejik ortaklar arası çatışma riski tartışılmaya başlandı.

İşte 2011 sonrası şekillenen bu yeni dünya düzeninin adıdır “Soğuk Barış”.

 

  1. HOBSBAWM’IN ÇAĞLARI

20’nci yüzyılın en önemli tarihçilerinden Eric Hobsbawm, 1914-1991 arasını aşırılıklar çağı olarak betimlerken, bu dönemi üç ayrı bölüme ayırmıştı.

a. 1914-1945 Felaket Çağı: İki büyük küresel isyanın (Ekim Devrimi ve 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı) ve 2 dünya savaşının (1914-1918 ve 1939-1945) yaşandığı dönem;

b.  1947-1973 Altın Çağ: Dünyada olağanüstü iktisadi büyüme ve toplumsal dönüşümün gerçekleştiği dönem ve

c.  1973-1991 Toprak Kayması: Yeni bir dağılma, belirsizlik ve kriz ortamının oluştuğu dönem.

Hobsbawm’ın bu tarihsel sınıflandırmasını biraz değiştirelim ve günümüze uyarlayalım.

 

2.      SICAK/SOĞUK, SAVAŞ/BARIŞ DÖNEMLERİ, ABD’NİN DÜŞMAN ALGISI VE POLİTİKALARI

 

a. 1914-1945 Sıcak Savaş Dönemi: Sıcak savaş dönemi; imparatorlukların dağılması sonucu, Avrupa kıtasının yeniden şekillenmesi sürecinde yaşanan güç savaşları sebebiyle ortaya çıkmış, birbirini takip eden iki büyük dünya savaşı dönemidir.

İkinci dünya savaşının en önemli sebeplerinden birisi; ilkinin kaybedeni Almanların, ilkinin kazananlarının kendilerine dayattığı Versay anlaşmasından duyduğu rahatsızlıktır. Dolayısıyla, 1918-1939 dönemini, iki dünya savaşı arasındaki, kısa ve rahatsız barış dönemi olarak adlandırabiliriz. Bu rahatsızlığı, Alman halkı üzerinde Hitler, İtalyan halkı üzerinde ise Mussolini çok iyi kullanmıştır. Mussolini, İtalya’da Faşizmi geliştirip büyütürken; Hitler, Kapitalizmi, Komünizmi ve Yahudiliği kendisine düşman yaratarak, yandaşlarını konsolide etmiş, Almanların üstün ırk olduğunu her daim vurgulamış ve karizmatik hitabeti ile Alman halkının desteğini kazanmıştır. İkinci dünya savaşının birincil sebebi olarak gösterilen Hitler ve onun yarattığı Nazizm ideolojisi, ancak ve ancak Kapitalist ve Komünist dünyanın, tarihte ilk defa birlikte hareket etmesi ile imha edilebilmiştir. Dünya, yeniden böyle kaotik ve yıpratıcı bir dünya savaşına gitmemek adına ve uzlaşmayla, Nazizm ideolojisini yasaklamış ve insanlık suçu olarak belirlemiştir.

ABD’nin bu dönemdeki düşmanları ülke olarak Almanya ve Japonya, ideoloji olarak ise Nazizm ve Faşizm olmuştur. Almanya’yı Rusya ve diğer müttefikleri ile yenen ABD, Japonya’yla savaşı bitirmek adına, nükleer silah kullanmaktan çekinmemiş, dünyanın o güne dek görmediği büyüklükteki bir kitleyi, kitle imha silahı kullanarak, bir anda imha etmiştir. Dünya savaşının bitmesiyle başlayan soğuk savaş dönemindeki en önemli politik faaliyetlerden biri, bu kitle imha silahlarından biri olan nükleer silahların bir yandan yayılması ve yaygınlaşması, öte yandan da bu yayılmaya karşı önleyici tedbirlerin alınması olmuştur.

 

b. 1945-1991 İki (veya Üç) Kutuplu Soğuk Savaş Dönemi: Sıcak savaş döneminin iki büyük kazananı, soğuk savaşın iki büyük rakibi olmuştur. ABD liderliğinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü [North Atlantic Treaty Organization (NATO)], SSCB liderliğinde ise Varşova Paktı, iki kutuplu dünya düzeninin tarafları olurken, her iki gruba üye olmayan, Güney Amerika, Afrika ve Çin, Hindistan gibi bazı Asya kıtası ülkeleri, bağlantısızlar adıyla üçüncü kutbu oluşturmuşlardır.

ABD’nin bu dönemdeki düşmanı, SSCB ve onun liderliğindeki Varşova Paktı’dır. ABD, rakibinin genişlemesini önlemek için, çevreleme politikasına yönelmiştir. ABD, başta Türkiye ve Yunanistan olmak üzere, SSCB’nin saldırgan, rejim yayıcı ve toprak talep edici politikalarına maruz kalan ülkeleri, NATO vasıtasıyla koruma kalkanı içine almıştır. 

ABD, başta NATO olmak üzere, kendi içinde bulunduğu uluslararası örgütlere diğer devletlerin üye olmasını, böylece ittifakını büyütmeyi ve onları Sovyet tehdidine karşı korumayı hedeflemiştir. Büyük düşmanla soğuk savaş dönemi yaşanıyor olmasına rağmen, ABD, kendi ittifakı içinde olan devletlerle de çeşitli kriz ve kırılma anları yaşamıştır. Buna en bariz örnek, Türkiye ile ABD arasında yaşanan ve 1964 yılında, ABD başkanı Johnson'un, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İnönü'ye göndermiş olduğu mektuptur.

Kıbrıs'ta yaşanan Rum mezalimine dur demek adına, askeri operasyon planlayan Türkiye'ye, ABD başkanı çok sert bir mektup yazmış ve Türkiye'yi böyle bir harekât yapmaması, yapsa dahi ABD’nin sağladığı hiçbir askeri malzemeyi kullanmaması ve olası bir SSCB müdahalesinde, Türkiye’nin NATO korumasından faydalanamayacağı şeklinde uyarmıştır. 

İnönü, tarihe “Johnson mektubu” ismiyle geçecek olan, o mektuba cevaben "Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de orada yerini alır." diyerek, aynı sertlikte, bağımsız bir devletin başbakanına yakışır bir cevap vermiştir.

ABD'nin bu tavrı sebebiyle on yıl ertelenen barış harekâtı, gecikmeli olsa da 1974'de gerçekleşmiştir. O günden bugüne, çözüm için, Annan Planı dâhil, birçok çaba harcanmasına ve müzakereler edilmesine rağmen, Kıbrıs davası tam olarak sonuçlanamamıştır. Barış harekâtı, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’in de vurguladığı gibi, sadece Türkler için değil, Rumlar, Latinler, Ermeniler, Maronitler, kısaca Kıbrıs'ta yaşayan tüm etnik gruplar için barış ve huzuru sağlamış, bu harekâtın getirdiği yeni düzen sayesinde, münferit olaylar hariç, bu etnik gruplar birbirlerini imha etmeden yaşayabilmişlerdir.

Diğer bir kırılma anı ise, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında, ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosudur. Yaklaşık dört yıl süren bu ambargoya karşı, Türkiye, kendi ülkesinde bulunan tüm ABD üslerinin kullanımını askıya almış, bu üslerin kontrol ve gözetiminin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından yapılacağını bildirmiştir. Türkiye, ABD ile aynı ittifakta olmasına rağmen, ittifakın en büyük ortağı olan ABD’ye ne politik, ne de askeri olarak boyun eğmiş, Askeri Elektronik Sanayi (ASELSAN) tarzı milli savunma şirketlerinin kurulması yoluyla, kendi savunma sistemini geliştirme yoluna gitmiştir. Böylece silah ambargosunun TSK’lerinin millileşmesine ve gelişmesine pozitif katkısı olmuştur.

Ambargoların kalkmayacağı, gerekirse artarak devam edeceği vaadi ile oy isteyen ve 1976 yılında ABD başkanı seçilen Carter, Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiği gerçeğini Başkan olunca anlamış ve gösterdiği çabalar neticesinde, Eylül 1978’de, ABD kongresi tarafından silah ambargosu kaldırılmıştır.

Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Yunanistan’ın, NATO’nun Türkiye’yi durdurmadığını gerekçe göstererek, NATO’dan ayrılması ise, bir diğer ilginç vakadır. 1980 yılına kadar Türkiye’nin vetosundan dolayı örgüte geri dönemeyen Yunanistan, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra “Türkiye’nin vetosunu kaldırmasıyla” NATO’ya tekrar üye olabilmiştir.

 

c. 1991-2001 Tek Kutuplu Sıcak Barış Dönemi: SSCB’nin çöküşü ile sonlanan soğuk savaş dönemi sonrasında, silahların Kosova’daki insani dram harici, pek de kullanılmadığı on yıllık bir sıcak barış dönemi yaşanmıştır.

ABD’nin tek kutup olarak boy gösterdiği ve hegemonyasını tüm dünyaya kabul ettirdiği bu on yıllık dünya düzeninde, dünya, küreselleşme kavramı ile tanışmıştır. Siyasi, ekonomik ve kültürel manada küreselleşmenin etkisi git gide yayılmış, güçlünün daha güçlü, zenginin daha zengin, fakirin ise daha fakir olduğu, zıtların arasındaki uçurumun derinleştiği bir sürece girilmiştir.

Zenginin fakiri önemsememesi, fakirin ise küreselleşme sayesinde zenginden haberdar olması ve ona özenmesi, teknolojik gelişmeler, göçler, internetin, cep telefonlarının kullanılmaya başlanması ve yaygınlaşması neticesinde, küreselleşen dünyada yeniden iki kutup oluşmaya başlamıştır. Tek süper güç olan ABD’nin bu süreci iyi değerlendirememesi, savaşsız ve kutupsuz, gerginliklerin azaldığı bir dönemde, zenginlik ve refahın yeryüzünde adil ve eşit dağıtılmaması, dünyayı yeniden iki kutupluluğa evirmiş ve bu durum ikinci kutup terörizmin büyümesine sebep olmuştur.

ABD, tek kutuplu dünya düzeninde, bir nevi düşmansızlık veya rakipsizlik sendromuna kapılmış, karşıtı olmadığından, güç zehirlenmesiyle, ben ne dersem o olur politikalarını uygulamaya kalkmış, neticede bu yanlış politika terörizmi beslemiştir. ABD’nin bu hatalı politikası, yeni bir düşman yaratmış ve dünya savaşları da dâhil olmak üzere, ABD, ilk defa kendi ülkesinde, kendisine yapılan böylesine büyük bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştır.

 

ç. 2001-2011 İki Kutupluluğa Dönüş, Terörizm ve Devletler, Devletlerin Terörle Mücadelesi: 11 Eylül 2001, dünya tarihinde o zamana kadar yaşanması ve canlı izlenmesi mümkün olmayan önemde ve büyüklükte bir olaylar manzumesi olarak karşımıza çıkmış ve tüm dünyada şok etkisi yaratmıştır.

Yenilmez, rakipsiz, dünyanın tek hâkimi ve süper gücü sıfatlarını biraz gurur, biraz burnu büyüklük ve biraz da kibirle taşıyan ABD’nin kalbine hançer gibi saplanan uçaklar, tek kutupluluğun bittiğinin, artık yeni bir dünya düzeninin başlayacağının habercisi olmuşlardır.

Terörizmin, dünyada yapmış olduğu birçok eyleme ek olarak, nihayetinde devletlerin en büyük temsilcisine, hem de kendi evinde yapmış olduğu bu büyük eylem, ABD’nin soğuk savaş sonrası bir türlü belirleyemediği yeni düşman algısını, artık iyiden iyiye ortaya koymuştur.

Başkan Bush’un “Ya bizimlesiniz, ya da teröristlerle” doktrini, iki kutuplu dünya düzeninin yeniden başladığını, bir kutupta ABD liderliğindeki devletlerin, öteki kutupta ise terörizm ve terörizme destek olduğu iddia edilen devletlerin olduğunu göstermekteydi. Dolayısıyla ABD dışındaki tüm devletler, ya ABD ile birlikte hareket etmek zorundaydılar, ya da terörist devlet olarak yaftalanmak durumundaydılar.

Ne Rusya, ne Çin, ne de diğer büyük devletler, ABD’nin bu politikasına karşı koyabilecek güçte olmadıklarından, kerhen de olsa ABD’yi desteklediler. Terörizmle, devletlerin mücadele dönemi başladı. ABD, kendisine yapılan 11 Eylül saldırılarını oldukça iyi kullandı. Daha fazla büyümesi kendisi için problem yaratacak Çin ve Rusya’yı önleyebileceği Afganistan’a ve zengin doğal kaynakları sebebiyle ekonomik çıkar elde edebileceği Irak’a, düşmanlaştırdığı terörizmi kullanarak, operasyonlar başlattı ve yerleşti.

Bu operasyonlar için bir diğer mazeret ise Irak’ın kitle imha silahı üretiyor ve kullanıyor olduğu iddiasıydı. Saddam’ın kendi söylemleriyle bire bir zıt olacak şekilde, neredeyse hiç savaşmadan teslim bayrağını çekmesi, yakalanması ve nihayetinde idam edilmesi sonrası dahi, hiçbir yerde bulunamayan bu kitle imha silahları, ABD tarafından yapılan operasyonların meşruiyeti için kullanılan diğer bir algı operasyonundan başka bir şey değildi.

 

d. 2011-2021 Çok Kutuplu Soğuk Barış Dönemi: Devletlerin Terörü Kullanarak Mücadelesi: Terörle mücadele vasıtasıyla ülkelerine demokrasi geleceğini sanan Araplar, gelenin sadece kan, gözyaşı ve sömürülme olduğunu görünce, alt edebileceklerini düşündükleri kendi baskıcı yönetimlerine karşı baş kaldırmaya başladılar. Tunus’ta 2010 yılı sonunda protestolarla başlayan ve sonrasında sırasıyla MısırYemenCezayir ve Ürdün'e sıçrayan, bu halk hareketi, bir domino etkisiyle Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın tamamına yayılmıştır. Nihayetinde bu rüzgâr Suriye’ye de ulaşmış ve halen devam etmekte olan kanlı bir iç savaşa sebep olmuştur.

Suriye iç savaşı, başlangıçta diğer Arap ülkelerinde yaşanan bahar ve onun getirdiği rüzgâr gibi algılanmıştır. Ancak, savaşın uzun sürmesi, etnik ve mezhepsel çok taraflı dinamiklerin oluşması ve Suriye’nin önem arz eden coğrafi konumu, bu iç savaşı, önce bölgesel, sonra küresel güçlerin içinde bulunduğu bir güç mücadelesi haline getirmiştir.

Artık bölgede sadece ABD değil, başta Rusya olmak üzere diğer küresel güçler ve kaçınılmaz olarak Türkiye, İran, İsrail gibi bölgesel güçler, birbirleriyle savaşmadan, vekâlet kullanarak mücadeleye girişmeye başlamışlardır.  Bu mücadele, dünyanın yeni bir düzene yani terörle mücadeleden, terörü kullanarak mücadeleye, çift kutupluluktan, çok kutupluluğa ve soğuk barışa dönüşmesine sebep olmuştur.

Soğuk barışı şöyle tanımlayalım.

Barış içinde ve hatta aynı ortaklıkta olan devletlerin, birbirleriyle çatışmadan, aralarındaki barışı bozmadan, çakışan çıkar ve menfaatlerini silahla değil; ekonomi, terör, vekil ve güç vasıtaları kullanarak gerçekleştirme çabaları ve politikaları.

Suriye’de, özellikle ortak düşman olan terör örgütü, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile mücadelede belli bir seviyeye gelindikten sonra yaşanan, aynen budur.  “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” tarzı mesaj ve politik uygulamalar, “Soğuk Barış”ı açıkça betimlemektedir.

Devletler, Soğuk Barış başlangıç sürecini belli bir süre vekâlet savaşlarıyla yönettiler. Her devlet, kendi desteklerindeki vekilleri vasıtasıyla, hedeflerine ulaşmaya çalıştı. Amerika Demokratik Birlik Partisi (Kürtçe: Partiya Yekîtiya Demokrat) PYD’yi, Türkiye Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nu, İran Hizbullah’ı, Rusya Esed’i kullandı. Ortak düşman ve ortak kullanılan ise IŞİD terör örgütü oldu. IŞİD’ın misyonu bitince, ipi de çekilmiş oldu. Artık ortak düşmana ihtiyaç kalmamıştı.  

Bir devletin, üstelik bir süper gücün, terörle mücadele yerine, terörü kullanarak mücadeleyi bir doktrin olarak ve alenen uygulaması, bağımsız devlet sisteminin ilk yeşermeye başladığı 1683 Westphalia anlaşmasından bu yana, devletlerin ilk kez karşı karşıya kaldıkları yeni bir süreç olarak karşımıza çıkmakta.

Geçmişte, bazı devletlerin, yine bazı terör örgütleriyle irtibat içinde olduğu, örtülü desteklerde bulunduğu biliniyordu. Ama hiçbir zaman bugünkü gibi, birçok devlet ve uluslararası örgüt tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK, [(Kürdistan İşçi Partisi (Kürtçe: Partiya Karkerên Kurdistanê)] ile organik bağı aleni belli ve Türkiye tarafından uluslararası platformlarda ispat edilen PYD ve onun askeri kolu YPG'ye [(Halk Koruma Birlikleri veya Halk Savunma Birlikleri (Kürtçe: Yekîneyên Parastina Gel)], hem de dünyanın süper gücünün tırlar dolusu silah desteğinde bulunması gibi bir aymazlık yaşanmamıştı. 

Üstelik ABD, bu desteği yaparken, bunun müttefiki bir ülkenin altını oymak olduğunu, o silahların NATO'da beraber çalıştığı TSK mensuplarına yöneleceğini bilerek yapıyor. 

İşte bu yeni durum, dünyanın çok kutupluluğa doğru ivmelenmesindeki süreci hızlandırıyor. Değişen dünya düzeni olarak ortaya çıkan ve ABD'nin, kendi müttefiki Türkiye’ye alenen uyguladığı bu soğuk barış politikası, diğer müttefiklerini de ister istemez düşündürüyor. 

ABD, bu dönemde düşman algısını çoklu hale getiriyor. İran, Çin, Rusya, Venezuela, Meksika ve hatta kendi müttefiklerini mesela Türkiye’yi bile düşman ilan edebiliyor ve onlara da ambargo ve yaptırımlar uygulayabileceğinden bahsediyor.

Böylece ABD, farkında veya değil, bu durumdan faydalanmak için elini ovuşturup bekleyen Rusya'nın ekmeğine yağ sürüyor.

ABD'nin bu akla zarar politikasının arkasında, Trump'a tüm isteklerini yaptıran, İsrail, yani lideri Netanyahu var. Obama döneminde, ABD, İsrail'in, İran'la, Filistin'le, Orta Doğu ile ilgili tüm taleplerini, "Netanyahu, yeter yahu!" diyerek reddetmekteydi. Trump döneminde ise, ABD yönetiminde 180 derecelik politika değişikliği yaşandı.

İsrail yanlısı politikalarla, ABD, Filistin sorununda arabuluculuk vasfını kaybetti. İran'la yapılmış olan nükleer anlaşmadan çekilmesiyle, sadece Rusya ve Çin ile değil, P5+1’in diğer temsilcileri ve tarihi müttefikleri olan Avrupa üç büyüğü (İngiltere, Fransa ve Almanya) ile ters düştü. İsrail'in, sadece kendi güvenliği ve Büyük İsrail projesi için arzu ettiği bir Kürt devleti kurulması niyetinin adımı olan PYD/YPG desteği ile, kendini, teröre destek veren ülke pozisyonuna soktu ve en önemlisi de bölgesel güç ve geleceğin parlayan yıldızı Türkiye gibi bir müttefiki ile arasını bozdu.

Türkiye için bir parantez açalım. Özellikle 2016 yılında başlayan, üretimdeki azalma ve neticesinde 17'ncilikten, 20'nciliğe gerileyen ekonomisine, hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğündeki kötü karnesine rağmen, Türkiye, Silahlı Kuvvetleri, demokrasi kültürü, genç ve dinamik nüfusu ve jeostratejik konumuyla yükselen güç olma potansiyelini korumaya gelecekte de devam edecektir.

Türkiye, aynı zamanda, ABD’nin soğuk barış politikalarına en fazla maruz kalan ülke olmasına rağmen, tam da coğrafi konumu gereği, çok kutuplu dünya düzeninde, her kutupla ilişkiler içinde olan ve soğuk barışın sıcak savaşa dönmesini önleyen bir köprü, arabulucu ve uzlaştırıcı ülke vasfına da sahiptir.

 

 

3. SONUÇ

Dünyanın yeni düzenindeki farklılık, 2011 Arap Baharı ve özellikle de Suriye krizi sonrası alenen görülmektedir. Artık dünyadaki her kriz ve olaya farklı bakan devletler var. Aynı ittifak içinde olan devletler, aynı krizde farklı cephelerde yerlerini alabiliyor.

İşte İran krizi; ABD anlaşmadan çekilirken, imzacı P5+1’ın diğer ülkeleri, anlaşmaya bağlı kalınmasını savunmaktadır.

İşte Suriye krizi; aynı ittifaktaki Türkiye ve ABD, iki zıt görüşte ve politikada yerlerini almaktadır. Birinin terörist dediği gruba, diğeri silah yardımı yapmaktadır. Bu kriz çerçevesinde, Türkiye; bir taraftan Rusya ve İran’la birlikte politika üretme çabasındayken, diğer taraftan iki devletin desteklediği Suriye hükümeti ile ilişki kurmamaya devam etmektedir.

Birlikteliklerde dahi tam bir uzlaşmanın olmadığı bir süreç yaşanmaktadır.

İşte Venezuela krizi; Türkiye ve Rusya, devlet başkanı Maduro’ya destek verirken, ABD, muhalif Guaido’yu desteklemektedir. AB ise, bir nevi çekimser kalmış ve Venezuela’da yeniden seçim yapılmasının en doğru yol olduğunu savunmuştur.

Görüldüğü üzere, çoklu yapı her krizde kendini göstermektedir. Bu çok kutuplu soğuk barış döneminin yaşanmasının en önemli sebeplerinden birisi, ABD’nin dış politikalarını belirleyen karar vericilerin üzerindeki Yahudi lobisi, yani İsrail etkinliği ve bunun git gide artıyor olmasıdır.

Dünya, ABD yönetimini, İsrail yanlısı politikalardan süratle vazgeçiremezse, günümüzde yaşanan soğuk barış döneminin, sıcak savaşa dönüşme riski büyümektedir.

Değişen dünya düzeninde, soğuk barış politikaları, hemen hemen her ülkenin karşı karşıya kalabileceği bir durumdur. Dolayısıyla ittifakları bozmadan, aynı ittifak içindeyken, farklı ittifak ve birlikteliklerle politikalar yapılması, soğuk barış sürecinin doğal bir sonucudur. Her ülkenin, bu soğuk barış döneminde kendi beka tedbirlerine yoğunlaşması kadar doğal bir davranış olamaz. Sonuçta, aynı ittifak içinde olduğunuz devlet, aynı zamanda sizin için en büyük tehdit olabilmektedir.

ABD, yapmış olduğu yanlı ve yanlış politikalarla, bu bölgedeki en önemli müttefikine kendince ayar vermeye çalışmakta ve büyük hata yapmaktadır.

ABD, değişen dünya düzenini iyi algılamalı, hatalı ve yanlı politikalardan vazgeçmeli, dünyanın süper gücü olarak, barış, huzur ve istikrar için daha çok çaba sarf etmelidir.

Türkiye;

Soğuk barışın sıcaklığını en çok hisseden ülkelerden biri olarak, gerek S-400 tedariki, gerekse F-35 ortak üretimi konusunda kazanılmış haklarını sonuna kadar savunmaya devam etmeli, gerek bekasını korumak, gerekse karar mekanizmasındaki rolü sebebiyle, NATO'dan kesinlikle ayrılmamalıdır. 

Suriye krizinde beraber hareket ettiği Rusya ve İran’la ilişkilerini geliştirmeli, bu krizin bitmesi ve Suriye iç savaşının sonlanması için bölgedeki her türlü etnik ve mezhepsel grubu tatmin edecek, etnik ve mezhepsel temelli olmayan, adil bir çözüm için çabalarını arttırmalıdır.

ABD'ye, her ortamda, yapmış olduğu politika yanlışlığı anlatılmalı ve bu soğuk barış politikasından vazgeçmesi için her türlü çaba sarf edilmelidir.

İsrail ve Mısır'la bozulan ilişkiler hem Orta Doğu'da Türkiye'yi yalnızlaştırmakta, hem de Doğu Akdeniz'de bu ülkelerle Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)'nin ilişkilerini sıkılaştırmaktadır. 

Suriye, Mısır ve İsrail ile ilişkiler acilen düzeltilmeli, büyükelçiler atanmalı, Suriye hükümeti ile Rusya ve İran vasıtasıyla değil, hem İsrail'in büyük oyununu bozmak, hem Suriye’de barış ve yeniden yapılanmayı gerçekleştirmek, hem de Suriyeli mültecilerin geri dönmesini sağlamak için, direkt olarak temas kurulmalıdır. Türkiye’nin İdlip’deki gözlem noktalarına, Suriye hükümeti tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen saldırılara karşı tepki verilmeli, ancak orantısız güç kullanılmamalı, Türkiye ile Suriye rejimini savaştıracak oyunlara gelinmemelidir.

Doğu Akdeniz'de, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)'nin hakları sonuna kadar savunulmalı, pasif tedbirler yerine, sondaj gemilerinin bölgede çalışmaya başlaması, Mavi vatan tatbikatı gibi uygulanmaya başlanan aktif tedbirler aynen devam ettirilmelidir. Bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler tesis edilmeli, temas kurulmalı, her ülkenin menfaatine uygun Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırları belirlenmelidir. Gerekirse Doğu Akdeniz’deki MEB sınırlarının belirlenmesi için, Karadeniz’de yapıldığı gibi, Türkiye liderliğinde, çözüm odaklı bir komisyon kurulmalı ve bölgedeki KKTC dâhil tüm ülkelerin menfaatine uygun bir paylaşım için çaba sarf edilmelidir. Uyuşmazlığın devam etmesi ve çözüme ulaşılamaması durumunda ise Türkiye kendi MEB'ni, tüm dünyaya ilan etmeli ve bu bölgedeki haklarını, hukuki, siyasi ve askeri manada koruma altına almalıdır.

Doctor, Girne American University, ersoyonder@gau.edu.tr