Her geçen gün kamuoyunun güvenini kaybeden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, son olarak “İslam bugün dünyanın her yerinde krizde” ve “Planladığımız stratejinin dördüncü ekseni, Fransa’da aydın/aydınlatılmış bir İslam inşa etmektir; dış etkilere bağlı İslam’a ihtiyacımız yok” mealindeki iddia ve hezeyanlarını sarf etti. Bu meyanda ayrıca “Türkiye, Fas ve Cezayir’in imamlarını eğitmesine son vereceğiz” açıklamasını da yaptı.
Takip edenlerin bildiği üzere, Macron son dönemde “Avrupa İslam’ı” genel projesinin alt versiyonu olan “Fransa İslam’ı” projesinin en hararetli savunucularından. Adeta bu yönde kendisine bir misyon yüklenmiş gibi hareket ediyor. Onun İslam’la ve Müslümanlarla ilgili yeni olmayan bu çıkışlarını, ülkede aşırı sağa kayan oyları geri almaya çalıştığı şeklinde açıklayanlar olsa da, kanaatimizce bunlar yalnızca 2022’deki seçimlere endeksli olmayıp başka önemli saiklerle, özellikle de uzun süredir Avrupa’da alabildiğine gündemde olan “Avrupa İslam’ı” oluşturma projesi ve tartışmalarıyla ilgilidir. Zira “Almanya İslam’ı”, “Fransa İslam’ı”, “Hollanda İslam’ı”, “İngiltere İslam’ı”, “Amerikan İslam’ı” ve “Avusturya İslam’ı” gibi alt versiyonlara sahip bu kavram, özellikle 11 Eylül 2001 hadisesi sonrasında, sözü edilen ülkelerde olduğu gibi, Avrupa çapında da siyasî bir proje olarak karşımızda duruyor. Bu versiyonlar arasında ilgili ülkelerin yerel şartlarına bağlı bazı farklar olsa da, bu durum meselenin özünü değiştirmiyor. Zira temel paradigmalar hemen her versiyonda aynı kalıyor.
Şu hâlde, Macron’un “Fransa İslam’ı” projesi başta olmak üzere, bütün bunlar, Avrupa’daki “modern-ulusal İslamlar” projesinin pilot uygulamaları, “Avrupa İslam’ı” projesinin versiyonlarıdır. Hemen hepsinde temel amaç, aşağıda değinileceği üzere, Müslümanların İslâmî kimlikleriyle/kişilikleriyle çelişse bile, Avrupa norm ve değerlerini içselleştirmeleri beklentisidir. Şarkiyatçılar ve sosyal bilimcilerce buna dair genişçe bir literatür de üretildi, üretiliyor. Bu manada, Batı’da İslam’la ve Müslümanlarla alakalı hemen her önemli tartışmanın “Avrupa İslam’ı” projesiyle bağlantılı olduğunu söylemek mümkün.
Öte yandan Macron’un bu hezeyanlarına, başta Türkiye olmak üzere, İslam ülkelerinden farklı cevaplar verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Macron’un “İslam krizde” açıklamasının saygısızlıktan öte açık bir provokasyon olduğunu belirterek “İslam’ın yapılandırılmasından” bahsetmesini “hadsizlik ve edepsizlik” olarak niteledi. Dışişleri Bakanlığı “Anlamı ‘barış’ olan yüce dinimizi ‘aydınlatma’ bahanesiyle yanlış ve çarpık yaklaşımlara konu etmek hiç kimsenin haddine değildir” açıklamasını yaptı. Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Macron’un İslam’ı “aydınlatmak” gibi bir misyonu olamayacağını ve bunun totaliter bir yaklaşım olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise Macron’un iddiasının İslam düşmanlığını körükleyen, tahrik edici ve tehlikeli bir ifade olduğunu söyledi.
DİB Başkanı Ali Erbaş Macron’un açıklamalarını Fransa merkezli “Avrupa İslam’ı” adıyla, İslam’a ve Müslümanlara yönelik bir operasyon olarak niteledi. Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Karadâğî “İslam herhangi bir krizden geçmiyor, geçmeyecek” açıklamasını yaptı. Ezher Üniversitesi de (Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib adına) Macron’un İslam ile ilgili suçlamalarının nefret suçlarına davetiye çıkardığını söyledi. Ahmed et-Tayyip ayrıca, başkanı bulunduğu BAE merkezli “Müslüman Hükemâ/Alimler Konseyi” adına da benzer bir açıklama yaptı. Muhammed bin Selman’ın “ılımlı İslam” açıklaması sonrasında, “seküler muhafazakârlık” temelli politikası doğrultusunda projenin teo-politik açıklamalarla sözcülüğünü yapan Rabıta başkanı Muhammed el-İsa ve Suud medyası ise “Macron İslam’ı daha iyi anlamaya çağırıyor” mealinde açıklamalarda bulundu.
Öte yandan Macron’un bu hezeyanları Avrupa’da/Batı’da hemen hiç tepki çekmedi, hatta desteklendi. Bu meyanda, şayet Türkiye’de Yahudiler veya Hristiyanlarla ilgili bu açıklamayı Cumhurbaşkanı Erdoğan yapmış olsaydı, Avrupa başta olmak üzere, dünya siyaseti ve medyasının nasıl tepki vereceğini düşünmek faydalı olacaktır.
Macron’un meclise sunmayı planladığı “aydınlatılmış (!) Fransa İslam’ı” oluşturma yasası aslında Fransa’da Müslümanları tamamen sindirip asimile etme amacı taşıyor. Bu haliyle yasa, Fransa ve Avrupa Müslümanları için etkileri uzun vadede ortaya çıkacak teo-politik ve psikolojik bir operasyondur. Bu yasayla Fransa’da İslam’a karşı “fundamentalist/radikal İslam”, “politik İslam” kara propagandası aşamalarından “ayrılıkçı/separatist İslam” aşamasına geçilmektedir.
“Ayrılıkçılık” (separatizm) şeklindeki ismi bile üzerinde ayrıca düşünmeyi gerektiren, Macron’un meclise sunmayı planladığı bu “aydınlatılmış (!) Fransa İslam’ı” oluşturma yasasına göre, Türkiye, Cezayir ve Fas başta olmak üzere, yurt dışından imam getirilmesi yaklaşık dört yıl içinde yasaklanacak ve imamların Fransa’da yetiştirilmesi sağlanacak; Türkiye’nin de dâhil olduğu azınlıklara yönelik “yabancı dil ve kültür dersleri” anlaşmasına son verilecek; STK’ların laiklik sözleşmesi imzalaması ve uymayanların kapatılması sağlanacak; “politik İslam” ile mücadele, camilerin daha sıkı kontrol edilmesi ve “İslami ayrılıkçılık” yapanların kapatılması, yurtdışı finans kaynaklarının yasaklanması, okullarda başörtüsünün yasaklanması, bazı belediyelerin laikliğe aykırı olarak okul kantinlerinde dini menü tercihleri sunması, havuzların erkek-kadın olarak ayrılması gibi uygulamaları kaldırma yetkisi valiliklere verilecek.
Bu tür maddeler içeren yasa, aslında Fransa’da Müslümanları tamamen sindirip asimile etme amacı taşıyor. Bu haliyle yasa, Fransa ve Avrupa Müslümanları için etkileri uzun vadede ortaya çıkacak teo-politik ve psikolojik bir operasyondur. Bu yasayla Fransa’da İslam’a karşı “fundamentalist/radikal İslam”, “politik İslam” kara propagandası aşamalarından “ayrılıkçı/separatist İslam” aşamasına geçilmektedir.
Göreve gelmesinin üzerinden çok geçmeden, Macron Şubat 2018’de “Fransa İslam’ını” oluşturmak istediğini belirtmiş, Temmuz 2018’de ise “Fransa’daki İslâmî kurumlar yeniden yapılandırılacak, İslâm’a cumhuriyetin ruhuna uygun bir çerçeve sunacağız” demişti. O dönemde Türkiye’de de tartışmalara yol açan, 300 sözde aydının imzaladığı, Kur’an’ın ve İslâm’ın “reforme” edilmesini isteyen bildirinin de Macron’un “Fransız İslam’ı” projesinden bağımsız olmadığı anlaşılıyor. Diğer taraftan, yine o dönemlerde, Macron’un “Fransa İslam’ı” projesi ile ilgili Fransız düşünce kuruluşu Montaigne Enstitüsü’nden Hakim el-Karoui başkanlığında “İslamcılık Fabrikası” adıyla bir rapor yayımlamıştı. El-Karoui’nin raporunda Vehhabiler, Müslüman Kardeşler ve Türklerin hâkim olduğu üç ana İslami akımın fotoğrafı çekilmiş, Macron’un projesinin de ipuçları verilmişti. Zira raporda Fransa’da İslam’ın finansmanından imamların eğitimi ve maaşlarına, camilerin yenilenmesinden internet denetimine ve Müslüman toplumun temsiline kadar birçok radikal değişiklik yer almıştır.
Nitekim Macron’un son açıklamaları ve 9 Aralık’ta meclise sunacağı “aydınlatılmış Fransa İslam’ı” oluşturma amaçlı “separatizm” yasası, aslında “Fransa İslam’ı” adıyla dillendirip 2018’de hazırlattığı bu raporla belli oranda ete kemiğe bürünen projesinin somutlaşmış halidir. Makro planda ise onun planının, aslında uzun süredir Avrupa’da alabildiğine gündemde olup tartışılan “Avrupa İslam’ı” üst projesinin bir parçası olduğu ve Macron’un burada, içsel sebeplerle, daha ziyade ön almaya çalıştığı söylenebilir. Zira Avrupa’da/Batı’da İslam ve Müslümanlarla ilgili günümüzde atılan her yeni adım, tarihi geçmişi/bağı bir yana, aslında Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra “Batı’nın yeni düşmanı İslam’dır” şeklindeki paradigma değişikliğiyle ilişkilidir. Bu değişimin hızlandığı ve neo-oryantalistik yeni yöntem ve argümanlarla detaylandırıldığı olay ise 11 Eylül 2001 hadisesidir. Bu tarihten itibaren Avrupa’da “yerel 11 Eylüller” yaşanmış, İslam karşıtlığı mahiyet değiştirerek artış göstermiş, neticede ise bazı ülkelerde iktidar, bazılarında ise ana muhalefet noktasına ulaşan aşırı sağ partiler güçlenmiştir. Bu durum merkez sağ-sol partilerin de “kraldan çok kralcı” tutumla İslâm’la ve Müslümanlarla alakalı negatif kararlara/politikalara yönelmesine yol açmış, merkez partiler dahi aşırı sağcı tutumlara evirilmiştir.
“Fransa’nın 11 Eylül’ü” ise Charlie Hebdo saldırısı ve onu izleyen diğer artçı saldırılar oldu ve Fransa İslam’a ve Müslümanlara dair, Macron’un dillendirdiği projeyi hızlandırdı.
Macron’un son açıklamaları ve projesinin esas amacı, Müslümanların İslâmî kimlikleri/kişilikleriyle çelişse bile Avrupa norm ve değerlerini –özellikle de değerlerini– içselleştirmeleridir. Bu amaç, kamusal alanda görünürlüğü en aza inmiş, İslam’ı yaşamayı özel alanlara hapsetmiş, Fransa/Avrupa’nın seküler toplum yapısına uygun hale getirilmiş bir anlayışı ifade ediyor. Avrupa’daki “dinsiz dindarlık” tartışmalarında olduğu gibi, Müslümanlar için de hayata müdahale etmeyen, tabir yerinde ise deistik anlamda “pasif bir Tanrı” anlayışına sahip, Avrupa normlarına uymayan ayetlerin Kur’an’dan çıkarılmasına ses çıkarmayan, Avrupa-merkezci, kültüralist/kültürel ırkçı -ve belki de öjenik- bir bakışla Avrupa norm-değerlerine uydurularak modern, “ıslah edilmiş”, “ehlîleştirilmiş” bir İslâm ve Müslüman inşa etme çabası alabildiğine öne çıkıyor. Özel olarak yetiştirilip Müslümanlarla ilgili belli kürsü ve projelerin başına getirilen, kök ülkesine yabancılaşmış, “İslam’ın Luther’leri” olarak lanse edilen self-oryantalist devşirmelerin bu konuda en önemli katkıyı sağlayan grup olduğunu da belirtmek gerekir. Müslümanları temsilden uzak, aidiyetleri olmayan bu kişilere, son yıllarda Müslümanları “ehlîleştirme” ve “Avrupa İslam’ı” projelerini hayat geçirmede öncü rol veriliyor ve Müslümanlarla ilgili kurumların başına genelde bu tür kimseler getiriliyor.
Almanya ve Avusturya’da da benzer projelerin devreye alındığı biliniyor. “Alman İslam’ı” oluşturma hedefiyle İslami cemaatleri baskı altına almayı hedefleyerek toplanan “İslam Konferansları”nın seyri ile İslam’ın resmi din olarak kabul edildiği 1912 tarihli “İslam Kanunu”nda kapsamlı değişiklikler yapan 2015 yılındaki “Avusturya İslam yasası” ve akabindeki gelişmeler, İslam projesinin Almanya ve Avusturya’daki göstergeleri.
“Almanya İslam’ı”, “Fransa İslam’ı”, “Hollanda İslam’ı”, “İngiltere İslam’ı”gibi alt versiyonlara sahip bu kavram, özellikle 11 Eylül 2001 hadisesi sonrasında, sözü edilen ülkelerde olduğu gibi, Avrupa çapında da siyasî bir proje olarak karşımızda duruyor. Bu versiyonlar arasında ilgili ülkelerin yerel şartlarına bağlı bazı farklar olsa da, bu durum meselenin özünü değiştirmiyor. Zira temel paradigmalar hemen her versiyonda aynı.
Macron’un özellikle “Aydınlatılmış bir İslam oluşturacağız” hezeyanı oryantalistik bir arka plana da yaslanıyor. Burada “İslam’ın aslında Yahudi-Hıristiyan kültürünün anlamsız bir yorumu ve ilkel insan toplulukları için üretilmiş terakkiye mâni ikinci sınıf bir inanç biçimi” olduğunu ileri süren klasik oryantalist söylem rol oynuyor. Zira Avrupa’da İslam’a dair ilk önemli projeler, Fransa’da ortaya konulmuş, “ilk İslam ansiklopedisi” olarak kabul edilen Biblioteque Orientale’in yazarı Barthelemy D’Herbelot ve ilk “arabistik-oryantalistik” kürsülerin açılmasına öncülük eden Silvestre de Sacy’nin temellerini attığı çalışmalar bu manada öncü role sahiptir. Kendisinden sonra gelen Batı’nın bütün İslâm araştırmacıları üzerinde etkili olup Fransız şarkiyatçılığına şekil veren d’Herbelot o devir Hıristiyanlarının İslam’a “din” sıfatını dahi lâyık görmeyen tavrını sergilemiş, İslâm, Hazreti Peygamber ve Kur’an hakkında küçültücü sıfatlar kullanıp hakaretler etmiştir.
Bu birikim sayesinde Fransa, İslam ve Müslümanlarla ilgili çalışmalarını oryantalistik temelde yürütmüştür ve hâlâ yürütmektedir. Hatta, esasen bu yaptığının 1905’te kabul edilen “kilise/devlet” ayırımına (laiklik) ilişkin yasaya aykırılığı gündeme bile gelmemektedir. Zira laiklik ilkesinin İslam/Müslümanlar söz konusu olduğunda çifte standartlı uygulandığının en bariz örneği Fransa’dır. Aslında Macron’un zihin dünyasını da besleyen İslam ile ilgili klasik oryantalistik arka plan, Avrupa toplumlarındaki “tüm dinler anlamsızdır; ama en anlamsız ve ilkel olanı İslam’dır” anlayışını içeriyor. Bu anlayışta İslam “çağın gerekleriyle uyuşmayan” ve “aydınlanmaya ihtiyacı olan bir din” olarak görülüyor.
Macron liderliğindeki Fransa içeride çalkantılardan kurtulamadı. “Sarı Yelekliler”in gösterileri devam ediyor, Kovid-19 kayıpları epey yüksek. Bütün bunların ekonomik krizle birleşmesi neticesinde işsizlik ve bütçe açığı da giderek artıyor. Macron içerideki bu krizleri dış politikadaki kendince hızlı ataklarla kamufle etmeye çalışıyor. Ayrıca onun son açıklamalarını 2022’deki seçimle birlikte de okumak gerekir. Zira Macron bir yandan ırkçı/İslam karşıtı Le Pen’e kayan oyları devşirme peşinde. Anketlerde Le Pen’in oy oranı hayli yüksek görünüyor. Dolayısıyla Macron, solcu aday veya Le Pen ile ikinci tura kalma stratejisi izliyor.
Öte yandan, Avrupa’nın en yüksek Müslüman nüfusu Fransa’dadır ve bunların büyük çoğunluğu Arap asıllı (Fas-Cezayir-Tunus) olanlardır. Bunlar arasında önemli sayıda mühtedi de var. Hatta Fransa’da günde 3-4 kişinin Müslüman olduğundan söz ediliyor. Bütün bunlar, özellikle başörtülü Müslüman kadınlar olmak üzere, Müslümanların toplumda daha fazla öne çıkıp görünür olması sonucunu doğuruyor ki Macron ve Fransa elitleri bundan rahatsızdır. Bu meyanda, son dönemde Fransa’daki İslamofobik saldırıların büyük çoğunluğunun Müslüman kadınlara yöneldiğini de belirtmek gerekir. Bu durum, katı laiklik ile artan Müslüman nüfusun kamusal alandaki talepleri arasındaki gerginliği artırıyor. Macron ise Müslümanların bu dinî taleplerini sağlıklı bir yöntemle ele alacağı yerde, katı laikçi/jakoben yöntemlere ve projelere başvuruyor. Bu tavır ise radikalleşmeyi artırma potansiyeli taşıyor. Nitekim tıpkı Avrupa’daki Arap asıllı Müslümanlarda daha ziyade görüldüğü üzere, mühtedilerin ve gençlerin protest bir tutum benimseyen Selefiliğe yönelmelerinin son yıllarda arttığı, Suudi Arabistan’daki ve Körfez ülkelerindeki bir kısım hocaların sosyal medya kanalıyla yaydıkları görüş ve fetvalarını birebir uygulamaya çalıştıkları gözlemleniyor.
Macron’un son dönemdeki Türkiye’ye yönelik histerik iddia ve açıklamaları göz önüne alındığında, sanki onun rakip olarak gördüğü Türkiye’ye karşı özel bir misyon yüklendiği veya kendisine öyle bir misyon verildiği izlenimi ediniliyor.
En son sarf ettiği “Türkiye’nin Dağlık Karabağ’a 300 Suriyeli militan gönderdiği” hezeyanı bir yana, bulduğu her fırsatta Türkiye’nin Afrika, Kuzey Afrika, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’deki pro-aktif ve aksiyoner politikalarını neo-kolonyal saik ve temelsiz iddialarla hedef alan Macron’un, özellikle “Türkiye, Fas ve Cezayir’in Fransa’daki imamlarını eğitmesine son vereceğim” sözünün doğrudan muhatabı da aslında Türkiye ve Diyanet imamlarıdır. Zira bu yasaklama en çok Diyanet imamlarını etkileyecektir ki bu etraflıca ele alınması gereken önemli bir konudur. Ancak şu kadarı söylenmeli ki bu konu son yıllarda Almanya, Hollanda, Avusturya ve benzeri ülkelerde de tartışılıp –henüz uygulamaya konulmasa da– parlamentolarda hakkında yasaklama yönünde yasa çıkartılan bir meseledir.
Fransa’daki Müslümanlar başta olmak üzere, Avrupa’daki Müslümanların önemli iç problemlerinin varlığı aşikârdır. Bunlardan bazılarını etnik/sekter bölünmüşlük/koordinasyonsuzluk, liyakatsizlik ve İslam’ı temsilde yetersizlik, kurban psikolojisi, reaksiyoner/radikal anlayışlar, Avrupa/Batı bağlamını iyi tanımama ve gettolar oluşturma olarak ifade edebiliriz. Bununla birlikte, Müslümanlarla ilgili bu sorunlar, yaşadıkları ülkelerin -konumuz bağlamında Fransa’nın- İslam ve Müslümanlara yönelik oryantalistik geçmişleriyle ve politikalarıyla da birebir ilişkilidir. Bu ise esasında Avrupa’nın/Fransa’nın İslam’a ve Müslümanlara yönelik bakışının “revizyonist/indirgemeci” mi, yoksa “fenomenolojik” temelli mi olduğu sorusuyla da yakından irtibatlıdır. Fransa/Macron “revizyonist” tutumu tercih ediyor.
Bu tutumun sadece Müslümanların değil, esasen Fransa ve Avrupa’nın da faydasına olmadığını, umarız en yakın vakitte Macron da görür. Fakat bu projelerin Müslümanlar ve kök ülkelerce de iyi teşhis edilmesi, bunları sağlıklı zemine çekmenin yollarının aranması elzem.
[Çalışmalarını hadis, Yahudi ve Hıristiyan kültürü ilişkisi, din ve kültürlerarası etkileşim, oryantalizm-oksidentalizm, teo-politik, İslam karşıtlığı (kültürel ırkçılık) ve Avrupa’da-Batı’da İslam ve Müslümanlar konularında yoğunlaştıran Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]